Fahrenheit 451
Merhabalar 😊
Bu sefer Distopya bölümüne Türkçe bir
analiz bırakmak istedim. Sevgili ablam birkaç ay önce kitap kulübü için canım
Ray Bradbury kitabımı ödünç almış
yanına da birkaç dikkatini çeken
not bırakmış.
Onları okuyunca uzun zamandır gelip giden bir his belirdi. Fahrenheit
451'i ilk okuduğumda
yine bilim kurgu-distopik yazarların
zekâsına hayran olmuş
ben de geleceği
düşlemeye başlamıştım. En çok
dikkatimi çeken
yine teknolojinin alıp
başını
gitmesiydi. Ekranların
evin içinde duvarlarında olması dahası karakterlerin hayatının
bir parçası haline gelmesi beni çok ürkütmüştü.(Belki de 1984 etkisindendir:) İnsanlar
eğlence
ve zevk için
yapay hayatlar izliyorlar diye şaşırmıştım. Çok
değil
bundan birkaç
sene sonra Pandemi olacak herkes gerçekten
ekranlar karşısına
geçecek hatta elimizde olan küçük ekranlar bize 20'şer dakikalardan oluşan ama saatler boyu süren videolar izlettirecekti. O an geldiğinde
"Ben bunu bir yerde okumuştum"
dedim. Peki, Ray Bradbury bu geleceği
nasıl görmüştü? Sanırım bu beni yaşadığım o histen okuduğum şeye döndüren ile aynıydı: Kitaplar!
Peki, kitaplara ne olmuştu ve ne olacak?
Fahrenheit 451 bir sıcaklık derecesi, kâğıdın
yanma ısısı
ancak öyle bir teknoloji düşünün
ki evler veya binalar yanmıyor
sadece kitaplar yanıyor,
yakılıyor. Yani yangınlar yok ve günümüzün itfaiyecileri söndürme değil yakma işlemini gerçekleştiren
distopik birer muhafız
gibi. İronik
değil
mi? “Yakmak
bir zevkti”
der ana karakter. Mesleği
gereği
kitap yakmaktan zevk alıyor
çünkü sorgulama yok, düşünme yok. Nasıl olabilir kitaplar yok onlar
kısalmış
hatta yok olmuş
yerlerini çoktan
insanları
uyuşturacak
şeyler
almış
bile!
Kitabın yazıldığı
dönem 1950’ler yani Soğuk
Savaş
dönemi başlangıcı,
medyanın
büyük bir gelişme
gösterdiği zaman. Televizyonlar,
programlar, reklamlar ve propagandalar… Özellikle reklamların arttığı ve
tüketime özendirilen zamanlar. Ekranların insanların hayatına girmesiyle
hayatlarının bir parçası olması, tek bir kanaldan dahi yayın yapılsa yüzlerce
Amerikalının izlemesi, her iki ülkenin de yarışta olduğu ve kendi halkını buna
göre cesaretlendirip beyin yıkadığı bir dönem.
Her Distopya aslında uzak bir geleceği değil içinde bulunduğu gerçekliği anlatır. Kitapta da aynen 1950’lerde olduğu gibi yönetilen kitleler var. Uyuşturularak yönetilen bir toplum… Hem çeşitli uyku hapları hem televizyon programları ile cehalete itilen bir toplum. “Cehalet mutluluktur” diye düşünüyorlar. Mutluluğu yakalamak için acıdan kaçmalıyız yani bilgiden, hislerden, gerçeklerden ve düşüncelerden. Edebiyat ise üzücü, düşünceye sevk edici ya da duygu uyandırıcı… Kitap okumanın insanı ayrıştırdığını düşünüyorlar. Eğer bilmemek mutluluksa kimse bilmesin. Bazı insanlar kitaplarını saklıyor ama yine o üstün teknoloji ile tazı köpekler bunları buluyor ve itfaiyeciler de yakıyor. İnsan sorgulamaya başlayınca diğerleri ona hastalandığını söylüyor ya da “hey neden televizyondaki programı izlemiyoruz?” Evet, doğru televizyon onların mutluluk kaynağı olmuş. Öyle ki televizyon ekranları ev duvarlarını kapsamakta, ekrandakiler zaman zaman izleyiciye dönüp onunla konuşmakta hatta yaşamakta! İnsanların bildiği tek gerçeklik bu, öyle bir kapılmışlar ki eşleri ile bile ne zaman tanıştıklarını hatırlamıyorlar ama televizyonun içindeki karakterler akrabaları olmuş, onların isimlerini ve kurguları ya da 5 saniye sonra ne söyleyeceklerini ezbere biliyorlar. Günümüzün ekran ve medya gelişimi de bize aynı şeyi yaptırmıyor mu? Artık yorumlar üzerinden tartışabildiğimiz platformlar, ki bu tartışmalar toplumun gerçek hayatta da kutuplaşması demek, sürekli takip ettiğimiz aile üyesi gibi influencerlar, akranları ile sokakta bağrışa çağrışa coşkuyla oynayan değil de Youtube'daki video ile konuşan çocuklar...
Belki kitaplar şu an yakılmıyor ama gelişen teknoloji ve medya kültürü zaten bireysel düşünme, hayal gücü ve sorgulama yetisini uzaklaştırarak müthiş bir kitle kontrol sağlıyor. Kitaptaki karakterler gibi bizler de elimizdeki teknolojiye o kadar alışığız ki öncesinde nasıl bir hayat yaşadığımızı zaman zaman unutuyor hatta her hangi bir problem karşısında bile örneğin elektrik kesintisi ya da internet erişim engeli bizi insan yapan doğal yaşam koşullarımıza dönüp çözüm arayamıyoruz. Bunun yanı sıra bize verilen tüm vaatleri, tüm bilgeleri, "tüm gösterileri" hepsinin birer teknoloji ürünü olduğunu unutarak kabul ediyoruz. Yönetimler bu "büyülü" yöntemi kendi yararına kullanmaktan çekinmiyor.Çünkü artık 1950 gibi tek bir kanaldan hitap edilmesine gerek yok. Dünyanın en ücra köşesine ya da toplumun en alt seviyesine ulaşan bir medya kültürü oluşturuldu bile.Kitaplar ise geri plana atılıyor ve kitap okumak bir hobi olarak günümüze geliyor.Hayır, okumak politiktir ve yaşadığımız bu düzende her şey birbiri ile ilişkilidir.Teknolojinin gelişiminden tutun da bir romana kadar. Brandbury belki de insanların kitaplardan uzaklaşmasını ya da kitapların yasaklanması üzerine Fahrenheit'ı yazdı ama distopik bir gelecekten bahsetmek için çok da uzağa gitmeye hiç gerek yok. Çünkü yaşadığımız toplumu ve düzeni incleyip gözlemledikçe insanlığın zaten bir distopyada yaşadığını görürüz. Şu an gerçek bir bilginin nasıl oluştuğu, nereye dayandığı ya da en basitçe bir bilgisayarın nasıl çalıştığını algılayamayan bir nesil ile yaşıyoruz. Ellerindeki akıllı telefon ve saatlerle daha hızlı ve pratik işlemler yaptıkları için müthiş zeki sayılıyıorlar. Ama Fahrenheit 451'deki uyku hapları alıp gerçekliği unutan ve her gün gözlerini ekrana açan karakterler gibi gerçek bilgi ve kaynağı olan kitaplardan korkan varlıklar sadece...
Evet 2020 sonrası hızla girdiğimizi düşündüğüm bir süreç ile artık medya altında yaşıyan kitleleriz ve bu bir distopya.
Okuduğunuz için teşekkürler.
Comments
Post a Comment